MEHMET AKSEL'DEN

Pandemi, yangın ve eğitim

07.08.2021

Bırakın ne yazacağımı, ne düşüneceğimi bile şaşırmış durumdayım.

Öyle şeyler oluyor ki ülkemizde, beynimi üretecek işlere konsantre ve kanalize edeceğime, kendimi endişelendiğim, üzüldüğüm ve kahrolduğum hisler içinde buluyorum.

 

Pandemi konusundan endişe ediyorum çünkü bir kapanmayı daha ne benim, ne sizin, ne de bu ülkenin artık kaldırabileceğini sanmıyorum. Aşıya rağmen hızını kesmeyen vaka sayısı neredeyse 25 binlerde.

Ben eğitim ve yiyecek içecek sektöründeyim ve bu sektörler çalışanları açısından da kullanıcıları açısından da çok endişeli. Her gün karşılaştığımız olağan soru; “Restoranlar yine kapanmaya gidecek mi?”, bir diğeri; “Eylül ayında okullar açılacak mı?”

Okullar da çaresiz, veliler de gençler de. Bir yıl daha kaybetmeyi artık kimse istemiyor. En önemlisi de geleceği için çoktaaan endişelenmiş bir gençliği aşılamadan (çünkü sanırım aşı kapsamına hâlâ alınmadılar) ”Evde bir yıl daha oturun” diye zorlamak nasıl olacak bilemiyorum.

MSA öğrencileri ise dört yıl üniversite okuyup hayata atılmaktansa çok daha kısa bir sürede mesleki eğitimlerini tamamlayıp hemen çalışmaya başlamak isteyen bir grup. Eğer bir kapanma daha olursa psikolojik olarak da finansal olarak da nasıl etkileneceklerini düşünemiyorum. 

Şimdi Milli Eğitimi bakanı değişti.

Umalım ki belirsizlikler hızlı ve akıllı bir şekilde ortadan kalksın.

Diğer konu ise bir facia.

Ülkenin bir bölümünde ormanlarımız yanıyor, bir bölümünü ise sel götürüyor.

Neredeyse her gün başka bir felakete uyanıyoruz desem yeridir. Ormanlar konusunda önce yanan ağaçlara üzülüyordum ama sonra tablo o kadar büyüdü ki insanlar, evleri, işleri, hayatları, hayalleri ve tabii ki oralarda yaşayan (yaşadığından bile haberimiz olmayan) esas ev sahipleri, börtü böcek ve yaban hayat… Yazarken bile gözleri doluyor insanın.

Neye üzüleceğimizi, neye el atabileceğimizi şaşırdım, şaşırdık. Felaketin daha birinci gününden, yangını duyduğumuz andan itibaren ekip halinde ‘Ne yapabiliriz’ diye hızla tüm kanalları taradık.

İlk aklımıza gelen ve elimizden gelen TEMA ve HAYTAP’a kendi ölçeğimizde destek olmaktı, öyle de yaptık. Halen de elimizden gelen ne varsa yapmaya çalışıyoruz. Ama öyle bir durum var ki…

Çok saygı duyduğum büyüğüm Oğuz Gürsel bir cümle kurmuştu, zor bir durum karşısında seneler önce; “Elimden geleni yapıyorum ama elimden pek de bir şey gelmiyor.” Durum tam da o durum.

Kafamı kurcalayan yapıcı bir konu, o bölgede yangından etkilenen gençlere nasıl yardımcı oluruz düşüncesi. Bu konu bu cümlede dursun, ilgililer beni bulsun. Lütfen.

Önemli bir dönemi gözden kaçırıyoruz

Gelelim esas değinmek istediğim konuya.

Ormanlarımız yanıyor, ortalığı sel götürüyor, pandemi falan derken yine milyonlarca gencin geleceğini etkileyecek önemli bir dönemi gözden kaçırıyoruz. 

YKS’ye giren adaylar, tercih işlemlerini 5-20 Ağustos tarihlerinde, yani sadece 15 günde yapıp belki de 25-30 yıl boyunca yapacağı mesleğe karar verecek.

Google’a girip araştırırlarsa nasıl seçim nasıl yapılacağına ilişkin teknik yönlendirmeleri tabii ki rahatça bulabilecekler, ama neyi seçecekleri konusunda yönlendirme bireyden bireye farklılık gösteren bir iş ve bu çocukları kim nasıl yönlendirecek, kaçı danışmanlık ya da mentorluk alabiliyor şüpheli. Kaçı ailesiyle oturup bu konuyu konuşabiliyor ve kuşaklar arası farklılıklara yenilmeden ortak bir paydada buluşabiliyor, o da bir muamma.

Radyoda dün bir üniversitenin açık açık burs kampanyasının reklamını dinledim. “Şu dilime girdiysen şu kadar, bu dilime girdiysen de bu kadar burs” diye spot yapıyor. Burs dediğin tutkuyla o işi yapmak isteyen ama maddi anlamda yetersiz öğrencilere verilirdi benim bildiğim. Bireyin tutkusu ve başarısı değerlendirilirdi. Ne oldu da kümeler halinde “Haydi koş gel” reklamı oldu bu iş, insana bir tuhaf geliyor.

Soruları duyuyorum:

– Bu karmaşa içinde nasıl tercih yapacağım?

– Önümüzdeki 20-30 yıl boyunca her gün ne iş yapacağım?

– Neyi yaparsam mutlu olurum?

ve daha da önemlisi…

– Dört yılımı harcadıktan sonra bu işi yapabilecek miyim, iş bulabilecek miyim?

Endişeleri anlıyorum ve gideremem, ama nerden başlayacağını bilemeyenlere bir minik ipucu verebilirim:

Neyi yapmak istediğinizi bilmiyorsanız en azından neyi yapmak istemediğinize odaklanmak iyi bir başlangıç olur. Seçim listenizi bu şekilde daraltabilirsiniz.

Ancak bunu yaparken sadece ne istemediğinizi şu anki kısır bilgilerinizle değil de, “Nasıl bir iş günü hayal ediyorum”, “Masa başı mı, saha mı, fiziksel bir iş mi”, “Şu anda hangi konuları takip ediyorum” (sosyal medya, internette vs), “Takip ettiğim, heyecan duyduğum, meraklandığım, beni harekete geçiren konuları bir işe, bir mesleğe dönüştürebilir miyim” gibi soruları cevaplayarak bir noktaya varmaya çalışın.

İş bulma endişesiyle mi yoksa hayallerinizi takip edeceğiniz bir tercih mi yapacaksınız? İlkiyle yola çıkarsanız büyük hata, dört yıl sonra bugün ile aynı olmayacak.

Hiçbir zaman geç değildir, seçimleriniz yanlışsa ve bunu fark ettiyseniz anında değiştirin.

İstediğiniz ya da istemediğiniz bir bölümü kazandınız diyelim, ‘Bu bana Allah’ın emri, dört yıl okuyacağım‘ mantığından hemen çıkın.

Okullarda doğru düzgün tanıtımı yapılmadığından yazdığınız bölüm/meslek konusunda dar bir bilgiye sahip olabilirsiniz. Hem gününüzün nasıl geçeceğini, hem de muhtemel kariyer yollarını araştırın.

Mesela biz MSA’da öğrenci adaylarını çok ciddi bir ön görüşmeden geçiriyoruz. Talip olduğu eğitimin ve mesleğin gereksinimlerini çok iyi bildiğimiz için gençleri yanlış yapmaktan alıkoymaya çalışıyoruz. Eğitimini yarıda bırakacak kişiyi de öngörebiliyoruz ve gerekirse farklı yönlendiriyoruz, gerekirse de vazgeçiriyoruz.

Girdiğiniz bölüm istediğiniz bölüm olsa da olmasa da mutlaka boş vakitleriniz için staj araştırıp bulun, gerekirse tanıdık araya sokarak gerekirse de işin kapısında yatarak. İşin içeriğini anlayın, iş üzerindekileri gözlemleyin ve sorgulayın. ‘Bu iş bana uygun mu?‘yu en iyi anlama yolu o işi pratik etmektir. Üniversite bu imkanı vermez, vermiyor, veremiyor. Haliyle iş size kalıyor.

Yine MSA’ya aşçılık için başvuran adaylardan gözlemliyoruz ki okula gelmeden salonda ya da mutfakta üç dört ay bile çalışmış, yardım etmiş, bir lokantanın, mutfağın nasıl işlediğini görmüş bir aday çok daha odaklı, çok daha net ve gerçekten ne istediğini bilerek başlıyor eğitimine. Hiç tecrübesi olmayan bir aday ile kısa bile olsa bir tecrübe yaşamış aday arasında eğitim sırasındaki performans açısından müthiş bir fark oluyor. Haliyle mülakatlarda eğer bilfiil profesyonel bir mutfakta çalışmak isteyip istemediğinden ‘emin değilse’ ve/veya bu meslekle ilgili bilgisi çok çok kısıtlıysa kişiyi ya workshoplara yönlendiriyoruz ya da üç dört ay bir yerde çalışmasının kendisine çok fayda sağlayacağını anlatıyoruz.

Aynı konuda bir başka öneri de hali hazırda üniversitede okuyanlara: Bu arkadaşlarım ilgi duyduğu diğer bölümlerden seçmeli ders alabilir. Bu da ‘İlgim gerçekten var mı?’yı anlamanın diğer bir iyi yolu.

Diyelim ki istemediğiniz bir bölümde iki veya dört yıllık girdabın içindesiniz, söylediğim stajların da yardımıyla ne yöne gidebileceğinizi hissettiyseniz, iki yılın veya dört yılın bitmesini beklemeden yön değiştirin, korkmayın.

Lütfen ‘eğitim‘ konusuna sadece üniversite eğitimi diye bakmayın, başka nerde hangi eğitim sistemi/modeli var diye bakabilirsiniz. Hiçbir zaman geç değil. Dayatılan eğitim çerçevelerinin peşine değil, sonuca götürecek içeriklerin, pratiklerin peşine takılın.

Yeni jenerasyon meslekleri okuyun ve bunlara kafa yorun. Bunların çoğu mevcut eğitim sisteminde olmayabilir ama mevcutta almakta olduğunuz eğitimi temel alıp devamını ek veya dışardan alınabilecek (offline veya online) eğitimlerle pekiştirebilir ve yepyeni bir mesleğe yelken açabilirsiniz.

Örnek: Ekonomiyi kazandınız. Ağır bir istatistik eğitimi görüyorsunuz, mecbur. Bir yandan da kodlamaya ilginiz var. İkisini birleştirip bir veri analisti veya siber güvenlikçi olma yoluna kayabilirsiniz. İkisi de yeni jenerasyon iş ve deli ihtiyaç var.

Örnek: Hukuk kazandınız diyelim. ‘Environmental Lawyer‘ (çevre avukatı) ihtisası yaparsınız ve bu konuya yoğunlaşıp uzmanlık alırsınız. Pek çok dışardan alınabilen eğitimler var bunlar için.

Bir örnek daha: Malum iklim krizi. ‘Oceanography’ (okyanus bilimi), ‘marine biology’ (deniz bilimi), ‘renewable energy’ (yenilenebilir enerji) , ‘clean car engineer‘ (temiz vasıta mühendisi), ‘environmental lawyer’ (çevre avukatı), ‘geoscientist‘ (yer bilimci). Gençlik iklim konusuna çok hassas. Bunu sadece gönüllü/destekçi olarak değil, meslek haline getirmek, bir taşla iki kuş olur.

Yukarda dediğim gibi yeni jenerasyon işleri araştırın. Sizin jenerasyon evvelki jenerasyonlara oranla bu araştırmalarda çok daha kuvvetli araçlara sahip. 

Bir önemli konu da ailelerin desteği.

Çocuklarımız, gençlerimiz çok değerli, lütfen onların özgüvenlerini kaybettirmeyelim. Tutkuyla seçtikleri her işi yapabileceklerine, aşkla seçecekleri alanda kendilerini geliştirirlerse dünyayı yerinden oynatabileceklerini onlara hissettirmemiz gerekiyor.

Unutmadan! Anne ve babalar olarak kendi hayallerimizi çocuklarımızın üzerinden gerçekleştirmeye çalışmamamız gerektiğini artık öğrendiğimizi umuyorum. Çocuğunuzun isteklerini kendinizinkiyle, çocuğunuzun içinde bulunduğu dünyayı sizin geldiğiniz dünyayla lütfen karıştırmayın. Dinleyin, yönlendirin ve lütfen sadece destek olun.

Genç arkadaşlarım, sevgili gençler…

Pandemi, afetler ve gündemin sizi olumsuz etkilemesine lütfen izin vermeyin. Olanlara hepimiz üzülüyoruz ama sizin önünüzde uzun bir hayat ve tüm bu aksilikleri isterseniz düzeltebileceğiniz imkânlarınız olacak, bunu kaçırmayın.

Mevcut sistem bilgisi içine sıkışmayın, kaldırın kafanızı ve dünyada neler oluyor bakın.

İstemediğiniz bir bölüme başlamak yerine, bir yıl ara verip merak ettiğiniz bir konunun peşine düşmek, staj yapmak, çalışmak, sonra okulu okumak evet bize dayatılan sisteme ters ama sizin için sonuç ilkine göre her durumda daha başarılı olacaktır.

Dört yıl -hele ki bu jenerasyon, bu zamanlar için- boşa harcamak için çok uzun bir süre. Pandemi bize bunu misliyle gösterdi.

Her istediğiniz olur. Yeter ki isteyin. Lütfen isteyin.

Yazarın alkışı: Mete Gazoz’a.

Helâl olsun sana, antrenörüne ve tabii ki ailene.

Sakın bu duruşunu kaybetme çünkü başarın ve mütevaziliğin harika bir ikili oluşturuyor.

Olimpiyat oyunlarıyla ilgili diğer düşüncelerimi merak edenler ise lütfen Diken’de şubat ayında yayınlanan Türk sporcusu için uluslararası başarı mümkün mü? başlıklı yazımı okusun.

Bu yazıyı yazdığım sabah Busenaz Sürmeneli de altın madalya kazandı. Kendisini konuşurken henüz dinleyemedim ama başarısının, çalışmasının ve adanmışlığının eseri olduğundan eminim. Onu ve diğer madalya alan ya da alamayan ama orada yarışma cesareti gösteren tüm sporcularımızı gönülden kutluyorum.